"Sâdıklarla olun."

 

Dertsiz kimse yoktur. Herbirinizin bir türlü derdi vardır, sıkıntısı vardır. Herkesten şikâyetler duyuyoruz, işitiyoruz. Şikayetsiz kimseyi görebilmek çok az, çok ender. Allah imanımızı, amelimizi muhafaza etsin. Dünyada müslümanların dertleri olur, ama şikayetçi olmazsak daha hayırlı olur. Çünkü şikayetçi olunca Allah'tan gelene razı olmuyor. Razı olacak ki, şikayetçi olmayacak ki Allah'tan geldiğini bilsin. Mademki biz Allah'tan gelene mani olamıyoruz, karşı duramıyoruz, razı olalım. Sabredelim ki ecrini, mükâfatını bulalım. Bu zamanda insanlarda zillet çok, o da yine kendi eksikliğimiz, kendi noksanlığımız. Kulluğumuzu tam olarak yapamıyoruz da onun için Cenab-ı Hakk çile veya belâ veriyor. Bizi bu dünya âleminde Allah müslüman halk etmiş, neyse çilemiz de olursa olsun, belamız da olursa olsun. Allah imandan ayırmasın. Allah ona da hazım versin. Müslümanların dünyadaki çekmiş olduğu mihnetler, ya belasıdır, ya çilesidir. Eğer kulluğunu yapamıyorsa cezasıdır, kulluğunu yapıyorsa çilesidir . Ceza demek; âhiretteki çekeceği cezayı burada çekiyor demek.

Çile âhirette makamını yükseltir. Onun için Cenab-ı Hakk Peygamberlere de büyük büyük iptilalar vermiş, çileler vermiş. Onların kullukta eksiklikleri yokmuş, kulluklarını tamam yapmışlar, fakat Cenab-ı Hakk onlara daha büyük belâlar, çileler vermiş. Amenna saddaknâ. Öyle ki onların âhirette makamları yüksek olacak, dereceleri yüksek olacak. Biz avam kısmıyız, zaman icabı. Fitne zamanındayız, kurtaramıyoruz, karşımıza çıkıyor. Sağımızda karşımıza çıkıyor, solumuzda, arkamızda nereye dönsek karşımızda. Kulluğumuzu yapamıyoruz Allah bize ceza veriyor. O da Allah'tan geliyor, o da bir nimettir. Salih Baba Divânında:

Kalmadı gönlümün sabrı ârâmı

Mürüvvet babında eyle keremi

Burda temiz eyle her bir dâvamı

Bırakma mahşer-i kübrâya bizi.

Rabıtasına söylüyor. Meşâyihine söylüyor. Çünkü rabıta sahibinin alması vermesi râbıtasındandır. Ne demektir; ne geliyorsa rabıtasından bilir, neyi varsa rabıtasına teslim eder. îlmi mi var, ameli mi var, daha güzel marifeti mi var, maharetimi var, hepsini rabıtasına teslim etmesi lâzım. Rabıtasına teslim etmezse, bir kelâm var:

Sarraflığı öğrenmeyen bu gevheri boncuk sanır

Varır verir yok nesneye bilmez neye sattığını

Evet; Allah emek zayi etmez, çalışanın emeğinin karşılığını verecek Cenab-ı Hakk. Ama dünyada da verecek. Âhirette de verecek. Dünyada verince de onda güzel huylar, güzel sıfatlar tecelli edecek. Fakat bunları kendisinden bilirse eğer, işte o zaman ne yapar, zayi eder. Sarraf değil, cevherin kıymetini bilmiyor, verilen cevheri zayi ediyor.

Bütün güzel hallerimizi, güzel amellerimizi rabıtamıza vermemiz lazımki o muhafaza eder, biz muhafaza edemeyiz. Niye muhafaza edemeyiz, varlık olur bizde. Varlık olunca da benlik, gurur olur, şeytanî sıfat olur. Benlik ve gurur da insanları helak ediyor.

Beni benlik harab etti Dilimde kuru davadır

Rabıta sahibi herşeyini rabıtasından alır. Ne demektir bu; her daraldığını, her bunaldığını rabıtasından ister. Şurada şu müşkül işim var, bunu kolaylaştır. Şu derdim var, derdimin dermanını ver. Zahirde doktorların tedavi edemeyeceği hastayı evliyaullah tedavi eder. Nasıl tedavi eder; derdi O veriyor bize. Derdi vermesi tedavi ediyor. Bizim anlayışımıza göre ne kadar yanlış. Derdi bize niye veriyor; derdi veriyor ki terakkimiz olsun, Derdi veriyor ki: Noksanlığımızı bilelim, eksikliğimizi bilelim, Ona yalvaralım, Allah'a yalvaralım, Resulullah'a yalvaralım.Bu da değişir, müridden müride. Bir fark var mıdır; yoktur. Evliyaullah da yetkili. Cenab-ı Hakk ona yetki vermiş. Evliyaullah'ta Cenab-ı Hakk'ın sıfatları tecelli etmiş. Allah'ın onda tecelli eden sıfatı ile yetkisi vardır. Bir hastayı tedavi ediyor. Neyi tedavi ediyor; ruhunu tedavi ediyor. Ceset önemli değil.

Derman arardım derdime Derdim bana derman imiş

Biz bunu da ters anlıyoruz. Hakikatini anlayamıyoruz. Halbuki insanın derdi derman olur mu; derdinden kurtulmak için derman arar. Biz esas derdimizi bilsek... Mühim olan derdimizi bilsek, bütün dertlerimiz derman olur bize. Esas bizim derdimiz Allah'tan ayrılmamız, Allah'tan ayrı düşmemiz. Budur bizim derdimiz. Biz bunu bilirsek, daha bizde dert kalmaz, yok olur gider. Öbür dertler bizim elimizde alet olur. Allah'a yalvarmamız için bize vesile oluyor. Cenab-ı Hakk ne buyuruyor; "Her hâlinizle biz Azimüşşana rücu edin, bize sığının" buyuruyor Cenab-ı Hakk. Peki biz böyle yapamıyoruz, dert olduğu müddetçe sığınacağız. Rahatlık olduğu müddetçe Rabbini unutur. Nefis nimetini takdir etmez. Ancak sıkıntıyı görünce Rabbini tanır, yalvarır. Allah'a şükür, çok şükür, nihayetsiz şükürler olsun. Bugünümüze çok şükür, bu nimetimize çok şükür, bu fırsatımıza çok şükürler olsun. Allah bu günleri aratmasın bize. Yevmil-beter vardır, Kelâm-ı kibar:

Yılı yıldan iyidir derken

Günü günden beter gördüm

Biz bunu anlayamıyoruz. Zahire bakılınca bir zamanlar müslümanlar için sıkıntı vardı. Yurtlar, okullar, Kur'ân Kursları yoktu. Imam-Hatip Okulları, ilahiyatlar yoktu. Şimdi bunlar var, var ama kifayetsiz. Hürmet gidiyor, âdet gidiyor, şefkat gidiyor. Küçüklerden büyüklere saygı kalmıyor. Yine biz şükredeceğiz ki Allah bize mürşit nasip etmiş. Ama ona çok inanacağız, çok seveceğiz, çok teslim olacağız. îşte rabıta budur.

Rabıta O'na bağlanmak, rabt olmak. Bu da Allah'ın emri. Evliyaullah'ı sevmek, bağlanmak Allah'ın emridir. Bu bizi kurtaracak. Kelâm-ı kibarda geçer:

Bırak bu masiva ile hevâyı

Masiva: Dünya. Hevâ: Dünyadaki arzularımız.

Bunlar hepsi havadır, boşunadır, yok oluyor bunlar.

Pir-i Sami gibi bul rehnümâyı

Pir-i Sami'den mânâ meşâyihtir.

Her müridin meşâyihi kendisine göre delildir, eğer bağlanırsa.

Delil eyle o zât-ı evliyayı

Bu berzah âlemin geçmek dilersen

Beka gülşanına göçmek dilersen

Berzah: inananlar için bu dünya âlemidir, karanlıktır.

Peygamber Efendimizin emri; "Dünya müminin zindanıdır."

Demek ki: Dünya kâfirlere cennettir.

Talip: Talep eden, dileyen.

"Talip, sa'yında doğan gibi olsun, sebatında da kelp gibi olsun." diyor. Allah doğanda da bir hassa halketmiş. Yani insanlarda da olsa, yani ne kadar bed (kötü) ahlâklı insan olsa, onda da bir hassa vardır. Bilemiyoruz, Cenab-ı Allah halk etmiştir, bilemiyoruz. Madem ki Allah'ın zatından ayrılmış gelmiş, ondan bir ruh taşıyor, onda da bir hassa vardır. Bir insan da ne kadar güzel olursa olsun, ne kadar iyi huylu olursa olsun, onda da bir noksanlık vardır. Çünkü noksan sıfattan beri olan Cenab-ı Hz. Allah'tır.

Hayvanlarda da bir hassa halk etmiş Cenab-ı Hakk. Meselâ: Doğan kuşunda ne vardır; bir sürat var. Öyle bir sürat ki; görmüş olduğu avı alıyor. Av kurtulmuyor. Neden; süratten dolayı. Kelpte de bir hassa halk etmiş Cenab-ı Hakk. Ne var; onda da sebat var. Ağasının kapısını bekliyor. Aç da kalsa bekliyor. Onun için biz talip isek eğer, sayımızda doğan gibi, sebatımızda da kelp gibi olacağız. Bizden bu isteniliyor. Başka bir şey istenilmiyor. "Rüya göreyim, hal göreyim, keramete ulaşayım." Bunlar yok, bunlar varlık oluyor. Bunlar bizi oyalıyor, yolumuzdan geri koyuyor. Bütün hizmetlerimizi öyle süratli, öyle istekli, öyle azimli yapacağız ki: Bu yaptığımız hizmetlerimizden de hiçbir şey beklemiyeceğiz.

Meşhur İbrahim Edhem Hazretleri Belh Padişahı, yedi sene tacını tahtını bı­ rakıp gitmiş. Süflî bir hayata girmiş. Bir defa Şeyh Efendisinden himmet iste­ miş. Süflî hayat derken hâşâ zahirde, görünüşte. Karnı doyacak kadar yemek yemiyor, sırtı yeni elbise görmüyor. Bir pardüsüsü varmış sırtında (setr-i avret) vücudunu örtmek için, doksan tane yaması varmış. Şeyh Efendisinin dergahına yedi sene odun çekmiş. Her sabah kalkıyor, halatını boynuna atıyor, dağa çıkıyor. Odunları alıp getiriyor dergaha. Yedi sene boyunca hergün bunu yapıyor. Bir gün, beş gün, on gün, bir ay değil, üç ay, beş ay değil yedi sene bu hizmeti görmüş.

Yedi seneden sonra yine aletini eline alıp oduna giderken Şeyh Efendisine demiş ki:

-"Efendim bana bir himmet edin." Şeyh Efendisi tenkid etmiş;

-"Yürü. Sen himmeti kazandın mı ki himmet istiyorsun. Haydi yürü. Bostancı bostanının su zamanını bilir." demiş. Azarlamış, göndermiş. Başka bir
dervişe görev vermiş. Demiş ki:

-"Ayaklarına mahmuz tak (Atlarda kullanılırdı eskiden. Tabanlarına hallat atıyor. Ucu da sivri, bir yere dokunduğu zaman acıyor.) Şu Belh Padişahı İbrahim Edhem gidiyor. Onun arkasından kavuş. Onun çıplak ayaklarını o mahmuzla vur gel. O döner sana bakar yüzüne tükür. Yüzüne tükürdüğün zaman elbet birşey söyler. Ne söylerse gel bana haber ver." O gidiyor. Zaten dervişler pek sağına soluna bakmazlar, çünkü nazar-ı dikkate almazlar. Bu zamana göre değil. Eğer bu zamanda sağına soluna bakmazsan seni araba çiğner. Neyse... Derviş İbrahim Edhem'e kavuşuyor, mahmuzlarla ayağına çarpıyor. Vurdukça kan atıyor. İki oluyor, üçüncüde dönüp bakıyor, derviş yüzüne tükürüyor. Şöyle bir ifadede bulunuyor.

-"Git babam, Senin dediğini ben Belh'te bıraktım." Bu cevabı alıyor, dönüp
geliyor. Şeyh Efendi soruyor;

-"Yaptın mı görevini?"

-"Yaptım Efendim. Emriniz üzerine tabanlarına, çıplak ayaklarına vurdum, vurdum deldim. İki defa vurduğumda bakmadı. Üçüncü defa vurduğumda döndü
baktı, tükürdüm yüzüne. Şu ifadede bulundu. "Git babam, senin dediğini Belh'te bıraktım."
Şeyh Efendisi;

-"Hâlâ Belh'i unutmamış." diyor. Yani Belh'teki padişahlığını hatırlıyor. O zaman hiddet vardı, gadap vardı. "O zaman ki halimle ben sana birşeyler yapardım, şimdi ben hiddetimi, gadabımı Belh'te bıraktım," demek istemiş. Ama o Belh kelimesi ağzından çıkmış. Gelince kovuyor.

-"Git. Sen Belh'i unutmamışsın, himmet mi istiyorsun?" diyor. Onun için; can gitmeyince cânân ele geçer mi... Candan mânâ ruhumuz. İnsanın canı çok kıymetlidir, herşeyini canı için yok edebilir, ama canını ne için yok edeceğini bilemez. Îşte canını da yok etmesi lâzım ki cânânı bulsun. Cenab-ı Hakk öyle buyuruyor:

"Kulum ver beni de al beni"

Yani beni almak istiyorsan beni ver diyor. "Ben" den mânâ Cenab-ı Allah bize rûh üflemiştir, odur. Benim sana üflemiş olduğum ruhu bana ver ki beni bulasın. Onun için:

Kıyamazsan başa cana

ırak dur girme meydana

Bu meydanda nice başlar

kesilir hiç soran olmaz

Biz değil canımıza, malımıza da kıyamıyoruz. Evladımızdan da geçemiyoruz, maddî zararımız olsa dayanamıyoruz veya evladımızın bir eksiği noksanı olsa, onda bir hastalık arıza olsa dayanamıyoruz.

Halbuki evlat senin ama, o sana emanet verilmiş, Onun Rabbi var. Onu dilerse hasta eder, dilerse sağ eder, dilerse sakat eder. Dilerse sağlam eder. Niye bizi etkiliyor, etkilememesi lâzım. Ancak bizde bir can. Allah'a verebiliyor muyuz?

Evlat O'nun, can da O'nun, ceset de O'nun, hepsi O'nundur. Çünkü halk eden O, yoktan var eden O.

Evladımızı çok severiz. Her kim olursa olsun. Dünyada evlat sevgisi her şeyden fazladır. Yani bir anne-baba evladı için malını, her şeyini yok edebilir. Ama Cenab-ı Hakk evlada fitne diyor, niçin; evladımızı da Allah'tan çok seversek o da fitne olur. Halbuki evlat bize emanet verilmiştir. Emanete hiyanet yapmayacağız. Nedir bu; Evladımızı aç koymayacağız, çıplak koymayacağız, ata haklarımızı yerine getireceğiz. Ama bunu da yapmıyoruz biz şimdi. Bunu da yapamıyoruz. Bu cemaatimiz için değil. Peki yapmış olsa ne olacak, evladımızın malından fazla, sıhhatinden fazla imanını düşüneceğiz. Onun âhiretini düşüneceğiz. Yani ona ilim ve iman aşısı yapacağız. Üç hak var. Üçüncüsü nedir; doğunca güzel isim koymak lâzım. Ama şimdi nedir? Aykut, Beykut, Volkan vs. isimler koyuyorlar. Güzel isimler konacak. Sünnettir bu. Bize bazen tanımadığımız birisi geliyor, cematimizin dışında. Gelen kişinin kıyafetine bakıyorsun ki bu sanki ecnebi diye düşünüyorsun, dış görüntüsüne göre. Fakat, ismini sorduğunuz zaman ibrahim, Hasan, Ahmet, Mehmet diye söyleyince o zaman inanıyoruz ki bu müslüman çocuğuymuş da mahrum kalmış. Amelden, imandan ilmi, bilgisi yok, birşey öğreten olmamış.

Bizim müslümanlar ne yapıyorlar; güzel isimleri bırakıyorlar, hiç mânâsı olmayan isimleri koyuyorlar. Annenin babanın evladına olan birinci görevi ona güzel isim koymak.

İkinci görevi dinî ilmihâlini öğretmek, üçüncüsü de onu evlendirmek, istikbalini de düşünmek vardır. Ona köşk apartman koyacak değilsin.Tahsil yaptıracaksın. Önce maneviyat öğretilecek. Maddiyatla uğraşıyoruz, maneviyat ona çocukken öğretilecek. Çok şükür, Allah'a bin şükürki bizlere bu nimeti vermiş, burada bu cemaatimiz toplanmış. Ama her aileden biritane gelmiş. Aile denilince bir ev halkı da ailedir, yakın akrabalarımız da ailedir. Teyzeler, dayılar, amcalar, kardeşler, halalar, bunlarda (rahim) değişmemiş. Bazen öyle oluyor ki aileler 80-100 nüfus olmuş. Bunlar düşünülecek. Bunlar dinî görevimizdir, vecibemizdir. Akraba hakkı düşünülecek, akraba korunacak. Sadece maddiyatı değil, Onun da maneviyatı korunacak. Sen ve ben inanmışız, inancımızı yaşıyoruz. Kardeşimizin de inancımızı yaşamasını isteyeceğiz. Onlar için de gönül azabı, vicdan azabı duyacağız. Bunların çocuklarından vicdanımız sızlayacak. Allah, Cenab-ı Hakk, Habibi hürmetine dalaletde olanları hidayete getirsin. Dalalette olan kim, ameli olmayan. Amel Allah'ın emridir, bizim kulluk görevimizdir işte herhangi birimizin akrabasında dalalette olan varsa bunlara acıyacağız. Ama acıyamıyoruz, bizdeki eksiklik, noksanlıkta budur. Büyüklerimizden Saadettin Kaşgari Hazretleri, Nakşî halifelerinden, büyük evliyaullahtır. Kendisi evlad-ı Resul'den, seyyidlerden, babası Saraban.Saraban'ın bir katar devesi var. Bunlarla ithalat, ihracat yapıyor, ticaret yapıyor, dolaşıyor. Oğlu da yedi yaşında. Bir tek oğlu. Sevdiği için, bu mesleği öğrensin diye beraber gezdiriyormuş. Gitmiş olduğu yerde almışlar, satmışlar, satış anında bir alavere, bir anlaşmazlık olmuş. Başlamışlar münakaşaya. Bu anlaşmazlık kuşluk vakti başlamış, ikindiye kadar devam etmiş. Bu çocuk da yanlarında ikindi vakti durup dururken yere kapanıp figan ediyor, ağlıyor. Bunlar tartışmayı bırakıp çocukla ilgileniyorlar. Özellikle babası onu alıp bağrına basıyor. O da:

- "Ben de birşey yok bırakın beni." diyor.

- "Niye ağlıyorsun?" diyorlar.

- "Ben size acıdım da onun için ağlıyorum." diyor.

- "Bizde ne var? Bize niye acıdın?" diyorlar.

- "Niye acımayayım, işte şu saatten şu saate, dünya için çeneleriniz yoruldu. Bir tane salavât-ı şerife, kelime-i şehadet getirmediniz. Bir taneniz Allah'ı anmadınız. Niye ağlamayayım?" diyor.

Şimdi bizler de akrabalarımız için, aile efradımız için ağlamamız gerekirken ağlayamıyoruz. Ağlayacağız, içimiz sızlayacak. Yoksa hâşâ estağfirullah cemaatimiz inanmış, itikat etmiş, takvadır inşallah, ama zamanımıza göre...

Cenab-ı Hakk: "Muttaki olun! Muttaki olmayan kurtulamaz. En çok muttaki olan en çok Allah'tan korkan."

Bir müridde Allah havfı da vardır, Allah sevgisi de vardır. Bizde letaif makamları vardır. Her tarîkatta olur da.., Letaif makamlarında olanlardan bir tat duyma olur. Letaif makamları onda açılır. Veya açılmaya yüz tutar. Bir de havf makamı vardır. Havf bir haşarattan, bir hayvandan korkmak değil. Havf Allah havfi. Acaba biz Allah'a kulluğumuzu yapabiliyor muyuz? Allah'ın rahmetini kazanabiliyor muyuz? Vermiş olduğu bu kadar sıhhatin, nimetin karşılığını vermezsek; Allah bizi mesul eder. Bir de akrabamızın, çevremizin havfini duyacağız. Allah, Cenab-ı Hakk hepinizden razı olsun. Hepimizin Allah'a karşı olan havfini artırsın. Allah'a karşı olan sevgisini artırsın, Allah'a karşı olan ibadetini Cenab-ı Hakk sıhhatli artırsın.

Bunları yapacağız. Madem ki tarîkata girdiysek, tarîkat bu işte. Ahlâkımız güzel olacak. Merhametli, şefkatli olacağız, insanlara acıyacağız, onlara iyilikte bulunacağız. Kim olursa olsun kimseyi incitmeyeceğiz. Sadece akrabamız, komşumuz değil, gayr-î müslim de olsa, incitmek yok. Haset, gurur, kibir yok.

Tarikattan insan hakikate ulaşır. Hakikate ulaşmak için bunlardan, hepsin­den geçecek. Hırsından, tamahından, gadabından geçecek, tevazu ehli olacak, büyüklere saygılı, küçüklere şefkatli olacak, fakirlere acıyacak. Eğer bunlar olmazsa yerimizde sayarız. Tarîkatı anlıyamamış oluruz, yaşamamış oluruz. Tarikattan maksat hakikat'e ulaşmak. Ahlâk-i hamîde sahibi olacağız.

Kelâm-ı kibarda buyuruyor;

Erit cismin çıkar zuhurlarını

Sedef ol lû'lûi mercana gel gel.

Dil ile göz kulak kapılarını

Kapayıp sohbet-i cânân'a gel gel

Sohbet-i cânân işte burası. Burada çok faydamız, çok yararımız var. Bilelim veya bilmeyelim. Bu sohbetler, hamlelerimiz, amellerimiz, bizi ne yapıyor? Safileştiriyor, sadeleştiriyor. Ahlâk-i zemimeler çıkmadan ahlâk-i hamîde gelmiyor. Bir kelâm-ı kibar var:

Söğütte hiç biter mi bir tatlı elma

Yarılıp, sarılıp aşlanmayınca

Bir söğüt ağacında elma olur mu, olmaz, ama erbabı onun başını keser, aşı yapar. O zaman meyvasını verir. Îşte ahlâk-i hamideler, ahlâk-i zemimeler böyledir. Bunu da kim yapıyor, evliyaullah yapıyor. Aşıyı o yapar. Kötü huylarımızı atmak bizim kârımız değil, onu ancak onlar yapar. Bizim görevimiz hizmet görmek. Hizmet görelim ki himmet alalım.

Seni hayvan iken insan eder şeyh

İnsan hayvan olur mu; ameli yoksa hayvandır. Kötü ahlâklarını atmamışsa yine hayvandır. Cenab-ı Allah insanı güzel halketmiş. İnsanın güzelliği yüz güzelliği değil, ahlâk güzelliği. Zahirde cismi ne kadar çirkin olursa olsun, o çirkin cismin içinde bir güzel cisim var. Zahirde de ne kadar güzel olursa olsun, o güzel cismin içinde çirkin, köpek sıfatlı bir cisim vardır. Onun için insanlarda rûh-u hayvani, rûh-u sultanî var.

Rûh-u sultanî kim; şeriatı, tarikatı olan.

Rûh-u hayvani kim; şeriatı, tarikatı olmayan.

O cismin içerisindeki sıfat hayvan sıfatındadır. Ölür, kalkarken o sıfatla kalkacak.

Gönüller şehrine mihman eder Şeyh.

Mihman: Misafir .

Öyle bir gönüle mihman olursun ki, bir evliyaullah'a sevildiysen, gönlüne girdin, misafir oldun. Onun gönlüne girdi mi; tamam. Sen nimetine ulaştın. Ama onu sevmekle sevilirsin. Onu gönlünde sen öyle bir zaman yaşatacaksın ki O'nun gönlüne de sen girebilesin.

Bir kimse elli yaşına girmiş, altmış yaşına girmiş; Allah'a hiçbir ibadeti olmamış. Allah'a kulluğu yok, oruç tutmamış, namaz kılmamış, üstelik günahlar işlemiş. Fakat altmış yaşında ayılmış, uykudan uyanır gibi uyanmış. Bu da Allah'ın lütfudur. Kulluğunu bilmiş, eksiğini bilmiş. Benim bu eksiğim nerede tamamlanır? Yaşını isyan ve günahla geçirmiş bir insan, hayvan sıfatında. Eğer bir meşâyihi tanırsa, Allah hidayet ederse, derse ki benim derdimin dermanı meşâyihte; edersem tevbe Allah'ta beni kabul edecek. O zaman sıdku sadakatla gelip, ondan ders alırsa, boy abdesti alıp tevbe namazı kılmakla, (vücudundaki günahlar onu hayvan sıfatına sokmuş) Boy abdesti almak ve tevbe namazı kılmakla o günahlar vücudundan silkiniyor, dökülüyor. Hayvan sıfatından kurtuluyor insan.

İçirir bir kadeh aşkın meyinden

Aşkın meyi: Allah sevgisi verir sana.

Meşâyih mi verir sana; âmenna meşâyih verir Allah sevgisini. Çünkü Cenab-ı Hak ne buyuruyor; "Beni sevin. Sevdiklerimi sevin." Tabii ki meşâyih verecek.

Beni sevin ama, sevdiklerimle seversiniz beni, diyor.

Gedâ iken sultan eder şeyh.

Gedâ: Kul. Sultan: Padişah.

Olursun men-aref sırrından âğah.

Nefsini bilen Rabbini bildi. Nefesinden ayık olan Rabbinden ayık oldu. Nefesinden haberi yoksa, Allah'tan da haberi yoktur. Nefesinden haberi olan kim; Nefesi çıkarken Allah; nefesi girerken Allah! Bundan haberdar olan Allah'tan haberdâr olur. Allah'ı hakke'l-yakîn o biliyor, Allah'tan gayri değil, Allah'tan ayrı değil.

Ariflerin kıyameti daimdir.

Kulûbu hep mâsivâdan saimdir

Kulub: Kâlb. Saim: Oruçlu demek.

Onların kalbleri masivadan oruçludur. Onların kalbine masiva girerse kalbi bozulur.

Biz inanmış olarak Ramazanda orucumuzu tutuyoruz. Orucumuz bozulur diye ne kadar dikkat ediyoruz. Hatta kokulu birşey bile koklamıyoruz, orucumuz bozulur diye. Ağzımıza birşey alamıyoruz, niye; orucumuz bozulur diye. Bozulursa ne olur; cezalanırız. 60 gün cezası var. îşte ariflerin kalpleri de mâsivâdan korunmazsa bozulur. Bunların cezası nedir; en azı, boy abdesti alıp 24 saat ağlıyorlarmış. Hatta üç gün ağlayan, beş gün ağlayan oluyor. Bir nefesini boşuna geçirmiş, unutmuş diye. Eğer bir nefesini boşuna geçirirse arif sayılmıyor.

Biz gaflette isek pirim kâimdir

Bırakmaz berzah-ı süflâda bizi

Allah'a şükür, bu bize yeter. Biz hepimiz arif olamayız, ama Allah nasip etmişse, çalışmamız olursa, hizmetimiz olursa, himmet almışsak biz de oluruz. Onların halkiyeti farklı değildir. Onlarda bir ayırım yoktur. Ancak ayırımları; imanları, amelleri. Yoksa ceset olarak bir fark yoktur. Bizde ne varsa ariflerde de var, onlarda ne varsa bizde de var. Onlar kemâl sıfatlarla muttasıf oluyor, noksan sıfatlardan kurtarıyor. Onlar gönlümüze bir sevgi verirler. O sevgi girince gönlümüze, dünya sevgisi çıkar. Arifler, kıyamete de Hakke'l-yakîn inanmışlar. Halbuki kıyametin kopacağı hak, ama ne zaman kopacağı bildirilmemiş. Pey­ gamber Efendimize defalarca sormuşlar, ama ne zaman kopacağına dair bir tarih bildirmemiş. Yalnız kıyametin alâmetlerini açıklamışlardır.

Peygamber Efendimiz; en son görüşmelerinde Cebrail'e sormuşlar:

-"Ya garındaşım, bizden sonra yeryüzüne inecek misiniz?"

-"ineceğim Ya Resulûllah."

-"Bizden sonra nübüvvet yoktur, niçin ineceksiniz?

-"Yine görevli ineceğim Ya Resulûllah."

-"Nedir göreviniz?"

-"On defa ineceğim, vazifeli olarak."

-"Nedir bu vazifeler?"

-Birinde ineceğim, ulemanın ilmini götüreceğim. "Âlim bozulmazsa âlem
bozulmaz."
Ne kadar âlim olursa olsun, ilmini az bir maddiyata yaslarsa olmaz.

-Birinde de geleceğim; mülkî âmirlerin adaletini götüreceğim.

-Birinde de geleceğim; zenginlerin kanaatini götüreceğim.

-Birinde de ineceğim; fakirin sabrını götüreceğim.

-Birinde de ineceğim; hayır bereketi götüreceğim.

-Birinde de ineceğim; hürmeti, itaati götüreceğim.

-Birinde de ineceğim; şefkati, merhameti götüreceğim.

-Birinde de ineceğim; edebi, hayayı götüreceğim.

-Birinde de ineceğim; Kur'ânı götüreceğim.

-Birinde de ineceğim; imanı götüreceğim.

Şimdi bunlar tamam olmuş. Ulema menfaatlarına göre karar veriyor. Müderris yok, ilmi kavrayış yok. Mülkî âmirde adalet yok, zenginlerde kanaat yoktur, fakirde sabır yoktur. Hürmet yok, büyükten küçüğe şefkat yok. Bunların hepsi tamam. Ne kalmış? Kur'ân'la iman. Kur'ân da yok. Var ama, satırda var. Hükmü yok, tatbikatı yok. Bir tek iman kalmış, iman da çok azalmış. Divanda şöyle geçiyor.

Bu halkın çoğu kâl ehli.

Kâl ehli: Ameli yok. (Hayyanî sıfatta)

Kimi olmuş vebal ehli

Vebal ehli; Alimi, hacısı, hocası vebalden kurtaramıyorlar kendilerini. Halkın hakkı geçiyor onlara. Niçin; menfaat düşündükleri için, az da olsa geçiyor.

Gayet azdır kemal ehli

Dertli yürek ah eyleme

Derdine derman ara bul

Her yerde derdin söyleme

Derdine derman ara bul

Bir kâmil insan ara bul

Senin derdini her yerde bilemezler. Ancak bir kâmil insan ara bul, O'na söyle. Senin derdinin dermanı O'dur. Bu dertli yürek, manevî dert.

Bu halkın çoğu cinnîdür

Mümin olanlar kinnîdür

Bazıları var sünnîdür

Cinni bırak can ara bul

Bir kâmil insan ara bul

Bize iki şey lâzım;

-Çok şükredeceğiz. Bu zamanda bu nimeti Cenab-ı Allah bize vermiş.

-Bir taraftan da çok havf duyacağız. Cenab-ı Allah bu nimeti bizden almasın. Amin.

Bir de biz tamamen bu tarîkat nimetini tadamıyoruz. Tarikatın nimetini tatmak; amelini işlemek. Tarikatın dört şartı var. Âdab (Edeb) denilen şartından hiç haberimiz yok. Onlar manevî doktorlarımız. Bizim derdimizi bilmişler, derman vermişler. Nedir bu derman; zahir âdabını kaldırmışlar, âdâbtan mesul olmuyoruz, ama zahir âdabımız olmayınca nimetimiz büyümez. Azalabilir, küçülebilir. Ama gönülden olsun yapacağız. Zahir âdabını gönülden yapmak için, her zaman, her yerde, her işimizde rabıtamız karşımızda olsun. Onun karşısındayız. Her hareketimizin düzgününü yapalım. Söylememiz, yememiz, içmemiz, almamız, vermemiz, çalışmamız gafil olmasın. Gafil yapmayalım, ayık olalım. Meselâ: Bu bardağı alıp, koyacağız. Tak!., diye koymayalım. Şeyh Efendimizin karşısında nasıl koyarsak öyle koyalım. Her işi böyle düzenli yapmak, sessiz, sakin yapmak, çok terbiyeli, nezih, kibar işlemek lazım, her sözü, her hareketi, îşte zahir âdabımız budur. Bu şart olacak. Zahir âdabını kaldırmışlar, kolaylaştırmışlar, ama bâtın âdabı kalkmamıştır. Râbıta-yı hayâlin önemi bu. Nedir bu; Meşâyihimiz zahir cismini, zahir hareketlerini düşünmek, hayal etmek bütün hareketlerimizi de onun hareketine benzetmeye çalışalım. Çay içtiğini, su içtiğini gördün. Nasıl içiyorsa sen de öyle iç. Oturmasını gördün, nasıl oturuyorsa sen de öyle otur. Yemek yemesini gördünse sen de öyle ye, taklid et. Bunlar bâtın âdabıdır. Allah'a şükür, bin şükür. Müslüman halk etmiş, Tarî­ katımız var. En büyük amel meşâyihlerimiz! sevmek. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın emri bu.

"Sâdıklarla olun." (Tevbe süresi, 119. ayet) âyet-i kerîmesi, bu emri. Bir de müjde var;

"Dünyada kimi sevdinizse âhirette de onunla beraber olacaksınız."

Allah aşkınızı, muhabbetinizi artırsın. Allah cemâl'inden kandırsın sizi.

Allah Habibi'nin, Resulûllah Efendimizin nübüvvet nurundan kandırsın. Hz. Pirimizin velayet nurundan kandırsın. Allah korktuklarımızdan emin etsin. Korktuğumuz da var, umduğumuz da var. Korktuğumuz imansızlık olsun. Amelsizlik olacak, fakir olacağız, hasta olacağız değil. Cenab-ı Hakk ne buyuruyor;

"Dünyada havf duyan , âhirette ona korku yoktur."

Yani dünyada benim azabımdan, gadabımdan korkan, âhirette azap ve gadap duymaz. Zaten Allah'ın azabından, gadabından korkarsak; günah ta işlemeyiz, ibadetimiz de olur, Allah'ın emirlerini tutarız, yasaklarından da kaçarız. Cenab-ı Hakk'ın gadabı cehennemde cezadır. Cenab-ı Hakk'ın rızası da cennette safadır. Kazanmak için cehennemden korkacağız, Cenneti de umacağız. Cehennemden korkmak günahlardan kaçınmaktır. Cenneti ummak ise amelleri işlemektir, islâm dini: Duymak, işitmek değildir, tatbikat dinidir.

Tarîkat ve şeriat Allah'ın emri. Tarîkatı ve şeriatı Peygamber Efendimiz bize bırakmış. Bu cemaatte ikisi de var. Ama yalnız ne var;

"Utlubul-ilme minel-mehdi ilel-lahd." Bu hadis çok geçer.

Peygamber Efendimiz ne buyuruyor; "Doğuştan, ölünceye kadar, ilim öğren." Madem ki şeriatı yaşıyacaksak, amellerimizdeki eksikliklerimizi tamamlayalım, işlemiş olduğumuz ameli bilerek yapalım. Gençler öğrenebilir, yaşlılar da hiç olmazsa kendisine yetecek kadar. Meselâ: almış olduğu abdesti nasıl alacağını öğrensin, namazını nasıl kılacağını öğrensin. Bunlardan kurtuluş yoktur. Bizim tarîkatımız şeriat tarikatı. Yasak olan şeylerden tam kaçmak. Mesâlâ hanımlar için ne vardır; tesettür. Tesettürümüzü tam yapalım. Daha ne var? hanımlar için; başta geliyor, beylerine hürmet.

Tabii beyin de hanımına göre bir hakkı var, hanımın da beyine göre bir hakkı var. Beyi de ne yapacak; aç koymayacak, çıplak koymayacak, dövmeyecek, rahat ettirecek. Açılmasına rıza göstermeyecek. Rıza gösterirse yine mesul olur. Cenab-ı Hak Kudsî Hadisinde buyuruyor ki:

"Hanımlar için ikinci bir secde emretseydim beylerinize secde edin diye emrederdim."

Onun için biz Allah'ın kanununa uyalım. Meselâ inanmış bir hanım, Allah'ın emri olan ibadetini yapacak. Tarîkat onların da hakkıdır. Madem ki tarîkat rûh ile ilgili ise ruhta erkeklik, dişilik yoktur. Hanımın ruhu ne ise erkeğin ruhu da odur. Akılda biraz noksanlık halketmiş Cenab-ı Allah. Bu da hanımlar için kolaylıktır. Fakat rûh tarikatla ilgilidir. Onların ruhuna olan iltifat hanıma da olur, erkeğe de olur. Şimdi ne oluyor; bir hanım geliyor, "Ben ders alacağım ama beyimin haberi yok" diyor, alırsın diyoruz. Burada şunu ifade edeceğim; beylerimizi iki yerde dinlemeyeceğiz;

Birincisi; Böyle vaaz nasihat hususunda dinlemeyin. Din nasihattir, ilim öğrenmede dinlemeyin. Eğer vuruyor, dövüyor, baskı yapıyorsa, o zaman da gizli yapın. Bu cemaatin içerisinde beyinden gizli gelen varsa söylemesinler. Ben beyimden gizli geldim, makbul olurmu; Olur. ilim öğrenmek gizlenebilir.

ikincisi; Amel işlemek, namaz kılmak. Meselâ; Tarîkata girdi. Beyinin haberi yok, zikrini gizli yapar. Tarîkata girebilir. Onun haricinde nerede olursa olsun beyini dinleyecek.

Bu zamanda tarikatı inkâr edenler vakt-i saadet'te olsalardı, nübüvvete de inanmazlardı.